GIDA
SEKTÖRÜ
Gıda sektörünün ana görevi tarımsal ham maddeyi işleyerek
yüksek kalitede, sağlıklı gıda ve içecek ürünleri haline getirmektir. Bu
süreçte, en önemli adım üretimdir. Üretimden başlayarak tüketicide sona eren
süreçte ise sağlıklı hammadde temininden enerji kullanımına, kaynak
kullanımından atık idaresine, ambalajlamadan dağıtım kanallarına kadar birçok
unsur yer almaktadır. Gıda zincirini, 'tarladan sofraya' ilkesinden hareketle;
çiftçiler, sanayiciler, tedarikçiler, nakliyeciler, perakendeciler ve
tüketicileri de içine alan farklı gruplar oluşturmaktadır.
Sektörün alt
başlıkları; Et ve Et Ürünleri, Süt ve Süt Ürünleri, Un ve Unlu Ürünler, Meyve
ve Sebze Ürünleri, Katı ve Sıvı Yağlar, Şeker ve Şekerli Ürünler, Alkolsüz
İçecekler, Alkollü İçecekler, Fermente Ürünler, Hazır Tüketilen Gıdalar ve
Bebek Mamaları olarak özetlenebilir.
Günümüzde öne çıkan bir diğer eğilim ise organik gıdalardır. Organik tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermektedir.
Günümüzde öne çıkan bir diğer eğilim ise organik gıdalardır. Organik tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermektedir.
SEKTÖRÜN TÜRKİYE'DEKİ GELİŞİMİ
Gıda sektörü,
Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren en hızlı gelişen sektörlerden biri
olmuştur. İlerleyen dönemde devlet, gıda sektöründe büyük ölçekli işletmeler
kurmuş ve bunlara yoğun olarak yatırım yapmıştır. Bu işletmeler, KİT'ler (Kamu
İktisadî Teşebbüsü) şeker, çay, tütün, alkollü içecekler, et ve süt ürünleri
üretimi alanlarında faaliyet göstermişlerdir. Söz konusu dönemde artan kamu
yatırımlarına ve büyük devlet işletmelerinin varlığına karşın, gıda sektöründe
küçük ölçekli ve bağımsız üretici birimleri de varlığını sürdürmüştür.
1980'den sonra
ihracata dönük birikim tarzına geçilmiş, bu dönemde dış ticaret rejiminde gıda
ürünlerini de kapsayan önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunların başında gıda
ve tarımsal ürünler dış ticaretinin serbestleştirilmesi gelmektedir.
1984 yılında gıda
ürünlerinin ithalatında uygulanan vergi ve harçlar da önemli ölçüde
düşürülmüştür.
1990'lı
yılların başında ise özelleştirme kapsamına alınan Süt Endüstrisi Kurumu (SEK),
Yem Sanayii AŞ (YEMSAN) ile Et ve Balık Kurumu'na (EBK) ait işletmeler
özelleştirilmiştir. Bununla birlikte 1980'lerden başlayarak tarımsal üretim ve
gıda sanayiinde uluslararası sermayenin rolü önemli ölçüde artmış, 1987-1998
yılları arasında yabancı şirketler ile yabancı ortaklı yerli şirketlerin
sayısında yükselme görülmüştür. Yabancı sermayeli kuruluş sayısı tarımda 32'den
65'e, gıda işleme sektöründe 38'den 139'a, yemek müteahhitliği sektöründe 8'den
198'e çıkmıştır. Türkiye'nin önde gelen yerli sermaye grupları, çok uluslu
şirketlerle ortaklık kurarak; et, süt ve sütlü ürünler üretimi, gıda
paketlemesi, sebze ve meyve işlenmesi ve dondurulması, çay üretimi, tam ve
hazır gıda üretimi, gıda pazarlaması ve perakendeciliği gibi alanlarda etkinlik
göstermeye başlamışlardır.
SEKTÖREL PANORAMA
Özellikle son 10 yılda
önemli bir başarı grafiği sergileyen Türk gıda ve içecek sanayi, gayrisafi
milli hasıla içerisinde 300 milyar liraya yaklaşan payı, 40 bine ulaşan
işletmesi ve 400 bini aşan çalışanıyla ülkenin en dinamik ve üretken
sektörlerinden biri konumda.
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre, 2009 yılında
gıda sektöründe 36 bin 396 işyeri faaliyet gösterirken işyeri sayısı yaklaşık
yüzde 11 artış ile 2012 yılında 40 bin 377’ye yükseldi. 2009 yılında 338 bin
852 kişi istihdam eden sektör, 2012’de yüzde 20 artışla 406 bin 91 kişiye
ulaştı. İçecek sektörü ise 2009’da 523 işyeri faaliyet gösterir ve 10 bin 643
kişiyi istihdam ederken işyeri sayısı 2012’de yüzde 16’lık artışla 607’ye istihdam
edilenlerin sayısı ise yüzde 19’luk artışla 12 bin 695 kişiye ulaştı.
Sektörde ortalama kapasite kullanım oranı da yüzde 50 ila 70 arasında seyrediyor. Kapasite kullanım oranlarının düşük ve verimliliğin görece az olmasının nedenleri arasında ise plansız üretim, tarım ve sanayi arasındaki entegrasyon yetersizliği gösteriliyor. Kapasite kullanımı oranını artırmak isteyen sektörde verimlilik çalışmalarının yanı sıra ihracatta rekabet avantajı elde edilmesi görüşü hakim.
Sektörde ortalama kapasite kullanım oranı da yüzde 50 ila 70 arasında seyrediyor. Kapasite kullanım oranlarının düşük ve verimliliğin görece az olmasının nedenleri arasında ise plansız üretim, tarım ve sanayi arasındaki entegrasyon yetersizliği gösteriliyor. Kapasite kullanımı oranını artırmak isteyen sektörde verimlilik çalışmalarının yanı sıra ihracatta rekabet avantajı elde edilmesi görüşü hakim.
SEKTÖREL ANALİZ
Türkiye’nin 2023 vizyonu
doğrultusunda belirlenen hedefleri gerçekleştirmek için sektör Türkiye Gıda
Dernekleri Federasyonu (TGDF) öncülüğünde gıda güvenliği, inovasyon,
tarım-sanayi entegrasyonu, mevzuat ve rekabet, istihdam, tüketici refahı ve
sürdürülebilirlik gibi alanlarda uzun dönemli stratejik öncelikler belirlemiş
bulunuyor.
Bu öncelikler
kapsamında hayata geçirilen projelerin de etkisiyle sektör ihracatını her geçen
gün artırıyor. Gıda ve içecek sanayinin ihracatı 2011 yılında yaklaşık 8.9
milyar dolar seviyesinden 2012 yılında 9.5 milyar dolara yükseldi. TÜİK ihracat
verilerine göre, Türkiye’nin 2012 yılında toplam ihracatı 153 milyar dolar
olarak gerçekleşti. İhracatın yaklaşık yüzde 10’luk kısmını gıda ürünleri ve
içecek, tarım ve hayvancılık ile balıkçılık alanlarında yapılan üretim
oluşturuyor. Son 10 yıldaki gelişmelerden sonra Türkiye, dünyanın 17’nci büyük
ekonomisi olurken, aynı zamanda 10 milyar dolara yaklaşan gıda ve içecek
ihracatıyla dünyanın en büyük 15’inci ihracatçısı konumunda bulunuyor.
TÜİK verileri ışığında, Türkiye gıda ve içecek sektörü 2012’de 9.5 milyar dolarlık ihracat yaparken, bu dönemde sektörün ithalatı 5.1 milyar dolarda kaldı. Söz konusu rakamlar ışığında sektörün dış ticaret karşılama oranı ise yüzde 186.2 oldu. Farklı bir ifadeyle dış ticaret fazlası veren sektör 2012 yılında Türkiye’nin yüzde 64’ü bulan dış ticaret karşılama oranını ise geçmiş oldu. İhracat ithalat dengesine bakıldığında sektörün yarattığı katma değerin 4.4 milyar dolar düzeyinde olduğu ve önceki yıla göre yüzde 7.2 oranında büyüdüğü görülüyor.
Yılda ortalama yüzde 1.5’lik büyüme öngörülüyor.
TÜİK verileri ışığında, Türkiye gıda ve içecek sektörü 2012’de 9.5 milyar dolarlık ihracat yaparken, bu dönemde sektörün ithalatı 5.1 milyar dolarda kaldı. Söz konusu rakamlar ışığında sektörün dış ticaret karşılama oranı ise yüzde 186.2 oldu. Farklı bir ifadeyle dış ticaret fazlası veren sektör 2012 yılında Türkiye’nin yüzde 64’ü bulan dış ticaret karşılama oranını ise geçmiş oldu. İhracat ithalat dengesine bakıldığında sektörün yarattığı katma değerin 4.4 milyar dolar düzeyinde olduğu ve önceki yıla göre yüzde 7.2 oranında büyüdüğü görülüyor.
Yılda ortalama yüzde 1.5’lik büyüme öngörülüyor.
TGDF’den
alınan bilgilere göre küresel tarım üretiminin geçtiğimiz 10 yılda sergilediği
yüzde 2.1’lik büyümeye kıyasla genel olarak KOBİ’lerden oluşan Türkiye gıda
sektörünün ortalama yılda yüzde 1.5 büyümesi bekleniyor. Sektörde büyümedeki bu
yavaşlamanın, tüm tarım ürünlerinde ve hayvancılık alanındaki üretimde benzer
seyredeceği kanısı hakim. Buna karşın tüketim artacağına kesin gözüyle
bakılıyor. Gelişmekte olan ülkelerde, nüfus artışları, gelir düzeyindeki
artışlar, kentleşme ve beslenme alışkanlıklarındaki değişim, gıda ürünlerine
olan talebin artmasına yol açacak. Sektör temsilcileri kişi başına düşen
tüketimin Doğu Avrupa, Orta Asya ve Latin Amerika’da hızla artmasını bekliyor.
2013 yılında Rabobank’ın Kuzey Amerika’da gıda sektörüne ilişkin yaptığı
araştırmanın sonuçlarına göre, önümüzdeki 10 yıl içinde Çin’in küresel bazda
tarım ürünü talebini ciddi anlamda etkilemesi bekleniyor. Hindistan ve Afrika
ülkeleri ise Çin’i takip eden diğer ülkeler olarak sayılıyor.
Sektör temsilcilerine göre gıda sektörünün genel görünümündeki belirsizlikler devam ediyor. Üretim açıkları, fiyat dalgalanmaları ve özellikle stokların düşük seviyede olması, küresel gıda güvenliği için tehlike oluşturmaya devam ediyor. Stokların düşük seviyede olmasının yanı sıra 2012 yılında ABD ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinde yaşanana benzer, yaygın bir iklim değişikliğinin, tarım ürünleri fiyatlarının önümüzdeki yıllarda istikrarsızlığa yol açabileceği tahminleri yapılıyor. Öte yandan gıdada enerji fiyatları da başka bir belirsizlik kaynağı. Sektör aktörleri bu durumun hem biyoyakıt piyasalarını hem de girdi maliyetlerini olumsuz etkileme potansiyeline sahip olduğu görüşünde birleşiyor.
Sektör temsilcilerine göre gıda sektörünün genel görünümündeki belirsizlikler devam ediyor. Üretim açıkları, fiyat dalgalanmaları ve özellikle stokların düşük seviyede olması, küresel gıda güvenliği için tehlike oluşturmaya devam ediyor. Stokların düşük seviyede olmasının yanı sıra 2012 yılında ABD ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinde yaşanana benzer, yaygın bir iklim değişikliğinin, tarım ürünleri fiyatlarının önümüzdeki yıllarda istikrarsızlığa yol açabileceği tahminleri yapılıyor. Öte yandan gıdada enerji fiyatları da başka bir belirsizlik kaynağı. Sektör aktörleri bu durumun hem biyoyakıt piyasalarını hem de girdi maliyetlerini olumsuz etkileme potansiyeline sahip olduğu görüşünde birleşiyor.
Organik Tarım Ve Gıdaya Yapılan Yatırımlar Artıyor
Genel tüketici
eğilimlerindeki sağlıklı ve dengeli beslenme trendinin etkisiyle son yıllarda
Türkiye’de de organik tarım ve gıda ile tohumculuk alanlarının yükselen yatırım
alanları haline geldi. Son dönemde özellikle kentleşmenin yoğun olduğu
bölgelerde sağlıklı yaşam bilincinin gelişmesiyle birlikte organik gıdaya olan
talebin artması Türkiye’deki gıda işletmelerini de bu alanda yatırım yapmaya
itiyor. Organik tarım ve gıda konusunda dünya genelinde de yükselen bir trend
hakim. Organik Tarım Ulusal Eylem Planı’na (2013-2016) göre, özellikle Kuzey
Amerika, Avrupa ve Japonya’da 20 yıldır organik ürünlere olan talep düzenli
biçimde artıyor. Organik tarımın gelişimine 2010 yılı sonu itibarıyla
bakıldığında dünyada organik tarım alanı 37.04 milyon hektar büyüklüğe ulaştı.
Bu alanın dağılımına bakıldığında ise yüzde 33’ünün Okyanusya’da, yüzde
27’sinin Avrupa ve yüzde 23’ünün ise Latin Amerika’da olduğu görülüyor. Dünyada
organik gıda pazarının dünya organik tarım ticaretine ve iç pazar tüketimine
konu olan değeri 59 milyar doları buluyor. Bu değerin yüzde 45’i ABD tarafından
gerçekleştiriliyor ve Amerika’yı Almanya, Fransa, İngiltere izliyor. İsviçre,
Danimarka, Almanya, ABD gibi ülkeler ise kişi başına en çok organik ürün tüketilen
ülkeler arasında sayılabilir.
Türkiye’de Gıda Harcamaları Azalıyor
Dünyada da yurtiçinde de gıda sektörünün gelişiminin doğrudan talebe bağlı olduğunu söylemek mümkün. Ticaret hacminin en büyük olduğu bölgelerden biri olan AB’de hane halkı harcamalarında gıda ve içecek harcamalarının payı yüzde 14.5 seviyesinde. TÜİK tarafından yapılan hane halkı harcamaları araştırmaları, Türkiye’de bu oranın 2007 yılında yüzde 23.8, 2010’da yüzde 22 ve 2011’de yüzde 21 olduğunu gösteriyor. (2012?) Bu oran en düşük yüzde 17.6 ile İstanbul’da, yüzde 29.7 ile en yüksek Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nde. Yine Ziraat Mühendisleri Odası’nın Türkiye genelinde tüketim eğilimlerini inceleyen araştırmasında şöyle bir tablo ortaya çıkıyor. Türkiye’nin gıda tüketiminde İlk sırada tahıl ve tahıl ürünleri bulunuyor. Bunun sebze tüketimi takip ediyor. Protein açısından çok önemli gıda maddeleri olmasına ve dünyada gelişmişlik kriterleri arasında gösterilmesine karşın, Türkiye genelinde et ve et ürünleri tüketimi diğer gıda gruplarının tüketimleri içinde sadece yüzde 3’lük pay alıyor.
Türkiye’de Gıda Harcamaları Azalıyor
Dünyada da yurtiçinde de gıda sektörünün gelişiminin doğrudan talebe bağlı olduğunu söylemek mümkün. Ticaret hacminin en büyük olduğu bölgelerden biri olan AB’de hane halkı harcamalarında gıda ve içecek harcamalarının payı yüzde 14.5 seviyesinde. TÜİK tarafından yapılan hane halkı harcamaları araştırmaları, Türkiye’de bu oranın 2007 yılında yüzde 23.8, 2010’da yüzde 22 ve 2011’de yüzde 21 olduğunu gösteriyor. (2012?) Bu oran en düşük yüzde 17.6 ile İstanbul’da, yüzde 29.7 ile en yüksek Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nde. Yine Ziraat Mühendisleri Odası’nın Türkiye genelinde tüketim eğilimlerini inceleyen araştırmasında şöyle bir tablo ortaya çıkıyor. Türkiye’nin gıda tüketiminde İlk sırada tahıl ve tahıl ürünleri bulunuyor. Bunun sebze tüketimi takip ediyor. Protein açısından çok önemli gıda maddeleri olmasına ve dünyada gelişmişlik kriterleri arasında gösterilmesine karşın, Türkiye genelinde et ve et ürünleri tüketimi diğer gıda gruplarının tüketimleri içinde sadece yüzde 3’lük pay alıyor.
GIDA VE İÇECEK SEKTÖRÜ
Ülke ekonomisinde oldukça önemli bir yer tutan gıda
sanayi, aynı zamanda en eski sanayi koludur. Ulaşım, perakendecilik, gıda
marketçiliği gibi sektörlerin gelişmesine katkıda bulunurken, topraktan alınan
tarımsal hammaddeyi işleyerek yüksek kalitede, sağlıklı ürüne dönüştürmektedir.
Ana girdisini oluşturan tarım sanayine paralel olarak gelişmesini
sürdürmektedir. Türkiye’de toplam nüfusun %45’i tarım kesiminde yer almakta ve
bu kesim toplam üretimin yaklaşık %13’nü gerçekleştirmektedir. Bu nedenle tarım
ve gıda sanayileri sosyoekonomik açıdan Ülke ekonomisi için büyük önem
taşımaktadırlar.
Ülkemizde Gemlik, İnegöl, Yenişehir, Balıkesir,
Aliağa, Aydın, Manisa, Nazilli, İzmir, Ayvalık, Söke, Dalaman’ın gıda sanayinde
öne çıktığı görülmektedir. Ancak farklı bölgeler farklı üretim yoğunlaşmaları
ile dikkat çekmektedir. Örneğin; Eskişehir, Konya, Ankara, İstanbul, İzmir,
Adana, Bursa gibi şehirlerde yüksek kapasiteli un fabrikaları bulunmaktadır.
Başta makarna olmak üzere, bisküvi, nişasta, irmik üretimi özellikle Konya,
Eskişehir, Adana, Kayseri, Ankara’da yapılmaktadır. Sebze konserve üretim
alanları, Bursa ve Çanakkale gibi, sebzeciliğin yaygın ve yoğun yapıldığı
illerimizde bulunmaktadır. Bursa, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük tüketim
merkezlerinde meyve, reçel, marmelat ve sebze konserveleri, domates salçası
fabrikaları ve atölyeleri yer almaktadır. Gelibolu, Erdek, Çanakkale gibi
kentlerimizde balık konserveciliği yaygındır. Trabzon, Urfa, Diyarbakır, Bursa,
Balıkesir, Kars, İstanbul, İzmir, Adana süt ve süt ürünleri üretimi ile ön
plana çıkmaktadır. Zeytinyağı üretimi Marmara ve Ege Bölgesi’nde
yoğunlaşmıştır. Çay sanayisi; üretim bölgesi olan Doğu Karadeniz kıyılarında
kurulmuş olan çok sayıda fabrika ve atölyelerinde gerçekleştirilmektedir.
Gıda sanayinin alt kollarını; etin işlenmesi ve
saklanması ile et ürünlerinin imalatı, balık, kabuklu deniz hayvanları ve
yumuşakçaların işlenmesi ve saklanması, sebze ve meyvelerin işlenmesi ve
saklanması, bitkisel ve hayvansal sıvı ve katı yağların imalatı, süt ürünleri
imalatı, öğütülmüş tahıl ürünleri, nişasta ve nişastalı ürünlerin imalatı,
fırın ve unlu mamuller imalatı, diğer gıda maddelerinin imalatı, hazır hayvan yemleri
imalatı ve içeceklerin imalatı oluşturmaktadır.
Gıda ve İçecek Sektörünün Tarihsel Gelişimi
1915 yılında yapılan sanayi sayımında başta İstanbul,
İzmir, Bursa, Manisa ve Uşak'ta toplanan 269 adet tesisin 88'i gıda, 75'i
dokuma, 55'i tütün, 20'si çimento ve seramik sanayine aitti. 1920 yılında
Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra gıda sektörü en hızlı gelişen sanayilerden
biri olmuştur. Bu dönemde kamu yatırımları ile birlikte küçük ölçekli özel
işletmeler de faaliyette bulunmuştur. Devlet yatırımları şeker, çay, tütün,
alkollü içecekler, et ve süt ürünleri üretim alanlarında gerçekleşmiştir. 1980
yılından sonra ihracata ağırlık verilmiştir. 1990 yılından sonra Süt Endüstrisi
Kurumu (SEK), Yem Sanayi AŞ (YEMSAN) ile Et ve Balık Kurumu'na (EBK) ait
işletmeler özelleştirilmiştir. 1980'lerden başlayarak tarımsal üretim ve gıda
sanayinde uluslararası sermayenin rolü önemli ölçüde artmış, 1987-1998 yılları
arasında yabancı şirketler ile yabancı ortaklı yerli şirketlerin sayısında
yükselme görülmüştür. Yabancı sermayeli kuruluş sayısı tarımda 32'den 65'e,
gıda işleme sektöründe 38'den 139'a, yemek müteahhitliği sektöründe 8'den 198'e
çıkmıştır. Türkiye'nin önde gelen yerli sermaye grupları, çok uluslu
şirketlerle ortaklık kurarak; et, süt ve sütlü ürünler üretimi, gıda paketlemesi,
sebze ve meyve işlenmesi ve dondurulması, çay üretimi, tam ve hazır gıda
üretimi, gıda pazarlaması ve perakendeciliği gibi alanlarda etkinlik göstermeye
başlamışlardır.
Dünya’da ve AB’de Gıda ve İçecek Sektörü
Bugün 60 trilyon dolar olan dünya gayri safi hasılası
içinde küresel gıda harcaması 10 trilyon dolar civarındadır. Dünya tarımsal
gayri safi yurtiçi hasılanın küresel ısınma nedeniyle 2020 yılında % 15
civarında gerilemesi beklenirken, gelecek 30 yılda dünya nüfusunun % 60’nın
şehirlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Net tahıl ithalatçısı ülke sayısı,
net ithalatçı ülke sayısının yaklaşık 4 katıdır. Gıda ve içecek sanayi; Avrupa
Birliği’nin (AB) iş hacmi, katma değer ve istihdam açısından en büyük, firma
sayısı açısından da ikinci büyük imalat sektörüdür. 2009 yılı verilerine göre
sektörde 274.000 firmada 4 milyondan fazla kişi istihdam edilmektedir. 956
milyar Euro iş hacmine sahip olup; dünya ihracatının
%21,5’unu, ithalatının ise %55,5’nu AB üyesi ülkeler gerçekleştirmektedir.
TÜRKİYEDE GIDA SANAYİİ
1. TÜRKİYE’DE GIDA SANAYİNİN YERİ VE ÖNEMİ
Tarımsal hammaddeyi uygun yöntemlerle işleyen, hazırlayan, muhafaza eden ve ambalajlayan bir sanayi dalı olarak tanımlanan gıda sanayi, Türk ekonomisinin başlıca lokomotif sektörleri arasında yer almaktadır.
Gıda Sanayimizin Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) içindeki payı 1993 ve 1994 verilerine göre sırasıyla %7,8 ve %8 olarak gerçekleşmiştir. Sektörün imalat sanayinde payı, aynı yıllar için sırasıyla %21,1 ve %22,6 olup, genel ihracattaki payı ise, %14,5 ve %13,9 olarak saptanmıştır. Bu payların 1995 yılı için tahmini rakamları ise, %22,4 ve %13,2 ‘dir.
Ana işlevi, tarımsal üretim artışının güvencesi olması gereken gıda sanayi, ülkemizde modern tesislerin yanı sıra birçok küçük kapasiteli ve dağınık bir bölgeye yerleşmiş küçük-orta ölçekli işletmeler halindedir. Yapılan anket sonuçlarına göre ülkemizde halen 21.000 dolayında gıda sanayi tesisinin var olduğu bilinmektedir. Bunların yaklaşık %50 ‘si tahıl işleme, %17 si meyve ve sebze işleme, %15 ‘i süt işleme, %5 ‘i bitkisel yağ, %5 ‘i şeker ve şekerleme, %3 ‘ü et işleme ve %5’ i ise, diğer gıda grubunu oluşturmaktadır.
Gıda sanayinin, Türk ekonomisinde ve imalat Sanayi içinde önemli bir yeri vardır. Gıda Sanayi üretimi, ihracatı ve istihdam oranları, bunu kanıtlamaktadır. Gıda sanayi sektöründeki gelişmeler , genel ekonomik gelişmelerden ayrı düşünülemez. Bu nedenle önce genel ekonomik gelişmeler;
Türk Ekonomisinin büyüme hızı 1987 yılında %7,4 olarak gerçekleşmiştir. 1989 yılı programına göre 1988 yılı büyüme hızı ise %6,5 olarak tahmin edilmektedir. Bu tahmin 1988 ‘in ikinci üç aylık döneminde imalat sanayi üretiminin artış hızının geçen yılın aynı dönemine oranla %1,6 olarak gerçekleşmesine dayanmaktadır. 1988 ‘in ilk üç ayında bu oran %16,2 idi. 1988 yılının üçüncü üç ayında üretim artış hızında ise geçen yıla oranla %5-6 arasında gerileme vardır. Buna göre denebilir ki, 1988 yılında Türk ekonomisinin büyüme hızı 1989 programında öngörülen %6,5 ‘in çok gerisinde gerçekleşecektir.Üretimde bu gerilemenin yaklaşık %80 ‘lere ulaşan enflasyon oranı ile birlikte meydana gelmesi, genel ekonomik gidişteki bozulmanın ciddiyetini artırmaktadır.
Gıda sanayi, imalat sanayinin daha çok tüketim malları üreten sanayiler grubunda yer alır. Gıda sanayi, imalat sanayi içinde önemli bir paya sahipten, nihai malların ve
girdilerinin özelliklerine bağlı olarak, katma değer oranı diğer sektörlere göre daha düşüktür. Bu durum, gelişmiş ülkelerde de geçerli olduğu cihetle Türkiye’de daha da belirgindir. Nitekim, 1982 yılı ortalaması olarak gıda sanayinin katma değer oranı %21,4 iken, A.T. ülkeleri ortalaması %24,2 ‘dir. Bu oranlar, her iki taraf içinde, ortalamaların çok altındadır. Gıda Sanayi sektörü ileri teknoloji ve bazı makine teçhizat dışında bütün girdilerini yurt içinden sağlayabilmektedir. Türk Ekonomisi bu sektörde karşılaştırmalı üstünlüğü sahiptir. Bugünkü teknoloji ve faktör fiyatları düzeyinde Türkiye’nin karşılaştırmalı üstünlüğünde öncelikle tarım ürünleri ve gıda maddelerin sanayine dahil olan bir dizi ürünün yer aldığını, araştırmalar göstermektedir. Bu sebeple, gıda sanayini geliştirmek, katma değer oranının yükseltmek ve ihracatını artırmak, Türk Ekonomisi için önemli katkılar sağlayacaktır.
İşgücü yoğun ve katma değeri yüksek bir yatırım türü olmasına rağmen, Türk gıda sanayinin olması gereken şekilde gelişememesinin nedenleri:
evcut işletmelerin önemli bir bölümünün (85), standartlar ve dış pazarlarla rekabet edebilme ve yeterince üretim yapabilme imkanından yoksun olmaları,
İşletmelerin genellikle %0 ‘ın altında bir kapasite ile çalışmaları sonucu yüksek maliyette üretim yapmaları,
Sanayinin büyük bir bölümünün (özellikle zeytinyağı, şekerleme gibi) modern ve ihracata dönük bir kapasiteye sahip olmamaları,
İşletmelerin büyük bir çoğunluğunun verimlilik, kalite sağlama ve kontrolü, ambalaj, Pazar araştırma ve sağlama gibi konularda gereken titizliği göstermemeleri,
Dondurularak muhafaza edilen ürünlerin özellikle pazarlama aşamasında önem taşıyan soğuk zincir ve depolama gibi alt yapı tesislerinin yetersizliği ve bunun sonucu olarak ekonomik ve kalite kayıplarının artması,
Hızlı taşıma yöntem ve araçlarının uygulamaya sokulamaması,
Modern teknolojinin tarıma yeterince girmemiş olması,
Gıda sanayinin ihtiyacına cevap verebilecek tutarlı bir tarım politikasının uygulanmamış olması,
Gıda teknolojisi konusunda eğitim görmüş insanların işletmelerde bulunmaması veya yetersizliği,
Ekonomik yetersizliklerden dolayı sanayi ye uygun teknolojik araştırmaların yapılamaması ve sanayi fakülte işbirliğinin istenen düzeyde kurulamamış olması.
Gıda sanayimizin yeterince gelişememesinin temel sorunlarını bu şekilde belirttikten
sonra gıda sanayiimizin problemlerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Hammadde yetersizliği: Bu durum hem hedeflenen miktarda üretim yapılmasında hem de uygun tür ve çeşidin yeterince bulunabilmesinde karşımıza çıkmaktır.
Hammadde fiyatlarının bazı ürünler (portakal, şeker gibi) için dünya fiyatlarının üzerinde olmaları: Bu durum dış Pazar ve rekabet gücünü azaltmasına neden olmaktadır. Teknoloji seçimi ve işletme büyüklüğü problemi: Türkiye’de gıda işletmelerinin sayı bakımından çoğu DİE sayımlarına konu olmayan küçük ve orta ölçekli işletmeler olup, bunların üretim teknolojileri oldukça geridir.
Sermaye yetersizliği ve finansman: Bu durum özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin sınırla bir öz kaynağa sahip olmaları sonucu ortaya çıktığı gibi, işletmenin büyütülmesi, çeşidin artırılması ve daha gelişmiş teknolojilerden yararlanma durumunda ortaya çıkmaktadır.
Kalite kontrol problemleri: Küçük ve orta ölçekli işletmelerin hemen hemen tamamında bu sorun var olduğu gibi bazı büyük işletmelerde de görülebilmektedir.
Çeşit yetersizliği: İşletmelerimizin bir çoğu, çeşit arttırmama durumundan dolayı belli dönemlerde uzun bir süre atıl durumda kalmaktadır.
Yasa ve Tüzüklerin getirdiği sorunlar: Bu durum işletmelerin karşılaştıkları en önemli sorunlardan birisidir. Bu konuda işletmeler devlet adına kimin yetkili olduğunu henüz anlamış değillerdir. Bilindiği gibi il sınırları içinde Belediyeler, sağlık bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ve Standartlar Enstitüsü mevzuatlarla ilgili denetim ve numune alma yetkilerine sahiptirler.
Pazarlama problemleri: Pazarlama sorununu yurt içi ve yurt dışı pazar özelliklerini dikkate alarak incelemek gerekmektedir.
2. GIDA SANAYİİNDE KAPASİTE VE ÜRETİM GELİŞMELERİ
2.1. Gıda Sanayinde Kapasite Gelişmeleri :
Gıda sanayinde kapasite kavramı ayrı bir önem ve özel tanım taşımaktadır. Çünkü, imalat sektörünün bu iş kolunda işlenen ürün ve miktarı ile alet-ekipman donanımı ve kullanımı doğrudan ilişkilidir. Bu tanımlama ile tesisin kapasitesi, kuruluş yerine ve hammadde üretim dönemlerine bağlı olarak, gıdayı sağlama olanakları ile kampanya dönemlerine bağlı üretim koşulları dikkate alınarak belirlenir.
Mevcut gıda işletmelerinin kurulu kapasiteleri incelendiğinde birçoğunun yurtiçi tüketimi karşılayacak düzeyde oldukları görülmesine rağmen, kapasite kullanım oranları, işletmeden işletmeye değişmekle birlikte %6-83 arasında değişmektedir. Kapasite kullanım oranının düşüklüğünün birçok nedeni bulunmaktadır. Örneğin et işleme sanayinde, kontrol dışı kesimden; içme sütünde, kontrol dışı pazarlamadan (sokak sütçülüğü); bitkisel yağ sanayinde, hammadde seçimindeki hatadan; bisküvi sanayinde, iç tüketim yetersizliğinden; donmuş gıdada ise, hammadde ve iç tüketim yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.
Kapasite kullanım oranının düşüklüğünün yarattığı olumsuzluklara ilaveten mevcut işletmelerden; ancak %1’inin AR+GE ünitesi mevcut olup, kalite kontrol anlayışı açısından batılı işletmelerle aynı düzeyde ve her türlü rekabet etme gücünde olduğu bilinmektedir.
Yaklaşık %3 ‘ü ise, modern teknoloji uygulayan ancak batı normlarına göre küçük fakat ülkemizde büyük sayılan tesislerdir. Modern teknolojiyi uygulamaya çalışan ve batı normlarına göre çok küçük ölçekli kabul edilen işletmeler ise, %10 ‘luk bir pay almaktadır.
Diğer geri kalan ve gıda sanayinde önemli bir sayısal ağırlığa sahip olan işletmeler ise; imalathane, mandıra veya aile işletmelerinden oluşmaktadır.
1988 yılı içinde kapasite kullanım oranlarına bakıldığında da üretimdeki gelişmelere paralel bir durum söz konusudur. 1988 ‘in ilk üç ayında imalat sanayi üretimi önemli ölçüde artarken, kapasite kullanım oranı da %71,3 ile en yüksek seviyeye erişmişti. İkinci üç aylık dönemde üretim gerilerken, kapasite kullanım oranı da %67,9 ‘a düşmüştür. Düşme üçüncü üç ayda da devam etmiş ve %56,4 olmuştur.
Gıda sanayinin kapasite kullanım oranı ise 1988 ‘in ilk çeyreğinde sırasıyla %65,6, %62,3 ve %62,2 olmuştur. Görüldüğü gibi,tartısız kapasite kullanım oranı imalat sanayi ortalamasının altındadır. Ancak üçüncü üç ayda başka yerde sınıflandırılmayan gıda maddeleri sanayinin kapasite kullanım oranı %84,2 ile en yüksek kapasite kullanan sektör olmuştur.
Tartılı kapasite kullanım oranlarında da benzer gelişmeler görülmektedir. Toplam imalat sanayi için 1988 ‘in ilk üç ayında tartılı kapasite kullanımının en yüksek noktasına ulaşılırken, daha sonra bu oranlar gerilemiştir. Sırasıyla %77,5, %74,4 ve %72,0 ‘dır. 1988 ‘in üçüncü üç aylık dönemi için gıda sanayinin tartılı kapasite kullanım oranı %3,1 ‘dir. Başka yerde sınıflandırılmamış gıda sanayinin ise %86,3 ‘tür. Tartılı kapasite kullanım oranları, tartısıza göre daha fazladır. Bu sonuç büyük sanayii işletmesinin kapasite kullanım oranlarında daha hızlı bir gerileme olduğunu
ifade eder. Yani krizden, büyük firmalar daha çok etkilenmekte ve küçülme yönüne gitmektedirler.
2.2. Gıda Sanayiinde Üretim Gelişmeleri
Gıda Sanayi üretiminin artış hızı hedefleri 1986, 1987, 1988 ve 1989 yıları için sırasıyla %6,6, 5,9, 5,4 ve 3,9 ‘dur. Üretim artış hızı hedeflerinde bir azalma seyri dikkati çekmektedir. Artış hızı gerçekleşmelerinde de yine bir azalma seyri dikkati çekmektedir. Artış hızı gerçekleşmeleri 1986 ve 1987 ‘de %6,6 ve 5,7 olmuştur. 1988 yılı için yapılana gerçekleşme tahmini ise %6,7 ‘dir. Yani hedef aşılmaktadır. Buna göre, üretim artış hızı hedeflerindeki azalmaya rağmen, gerçekleşmeler hedeflere uygun veya üzerinde olmaktadır.
1988 yılına ait imalat sanayi anketlerine göre, imalat sanayi üretiminde gerileme görülmektedir. Nitekim daha önce de belirtildiği gibi, 1988 yılının üçüncü üç aylık verilerine göre sektör üretimi %5,6 oranında gerilemiştir. Bu durum, 1980′den sonra ilk kez ortaya çıkmaktadır. Takip eden dönemde de gerileme eğiliminin devam edeceği tahmin edilmektedir. Ancak, imalat sanayi üretiminin gerileme eğilimine girdiği 1988 yılında Gıda Sanayindeki üretim artış hızı gerçekleşmelerine baktığımızda 1. 2. ve 3. üç aylık dönemler için sırasıyla, %14,2, %1,4 ve %11,1 ‘dir. Özellikle üretimin gerilediği üçüncü üç aylık dönemde gıda sanayindeki üretim performansı dikkat çekicidir. Bu dönemde gıda sanayi alt sektörü, imalat sanayinde üretimini arttıran üç sektörden biri ve artış hızı en yüksek olanıdır. Dokuz aylık ortalama büyüme ise %9,4 olmuştur. Aynı büyüme eğiliminin yılın son çeyreğinde devam etmesi mümkün görülmemektedir. Zira üçüncü üç aylık yüksek büyüme hızında, mevsimlik gelişmelerin etkili olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan 1988′in üçüncü üç ayında imalat sanayi içinde gıda sanayinin payı %10,64 olmuştur.
Gıda Sanayi ihracatını, üretiminden bağımsız düşünemeyiz. Gıda sanayi üretiminin artış hızı, IV.Plân Döneminde(1978-1983) %5,6 ‘dır. Artış hızı 1984, 1985 ve1986 için %1,5, %6,6 ve %6,6 olmuştur.1987 hedefi ise %5,9 ‘dur.
Buna göre Türkiye’de Gıda Sanayi üretiminin, nüfus artış hızının iki katından fazla bir hızla arttığını söyleyebiliriz. Bu durum, ihracat için gerekli üretim fazlasının sağlanması bakımından büyük önem arz eder. Ancak, gıda sanayi ürünleri talebinin, gelir elastikliği ve kişi başına reel gelir artış hızına bağlı olarak oluşan toplam talebinin daha yüksek bir hızla arttığı unutulmamalıdır.
Gıda Sanayi sektörü, genellikle girdisi yurt içinden sağlanabilen malları üretmektedir. Milli gıda sanayimiz günümüzde, küçük ve orta boy sanayi işletmelerinin hakim olduğu bir yapıdan, kitle üretimi yapan entegre sanayilere doğru bir geçiş halindedir. Bu geçişin sebebi geniş iç Pazar imkânlar, yanında, artık dış Pazar taleplerinin de dikkate alınmaya başlanmasından ileri gelmektedir.
3. GIDA SEKTÖRÜNDEKİ İŞLETMELER
İmalat Sanayi içinde tarıma dayalı sanayinin bir alt grubu olarak yer alan Gıda Sanayi, standart uluslararası ticaret gruplandırmasına göre;
1. Et ve Et Ürünleri Sanayi,
2. Süt ve Süt Ürünleri İşleme Sanayi,
3. Un ve Unlu Mamuller Sanayi,
4. Şeker ve Şekerli Mamuller Sanayi,
5. Bitkisel Ürünleri Sanayi,
gibi bölümlere ayrılabilir.
3.1. Et ve Et Ürünlerindeki İşletmeler
Türkiye’de hayvancılıkla uğraşan işletme sayısının ancak %05 ‘i büyük işletme, geri kalan kısmı (%99,5) ise, küçük işletme niteliğindedir. Bugün ülkemizdeki sığırların yaklaşık %65 ‘i, koyunların ise, büyük bir bölümü verimi düşük yerli ırktan oluşmaktadır.
Bu durum hem çiftçilerin gelirini olumsuz yönde etkilemekte hem de et üretiminin istenilen düzeye ulaşmasını engellemektedir. Örneğin topluluk ülkelerinde sığır karkas ağırlığı ortalama304 kg . iken, ülkemizde bu
miktar dünya ortalamasından %26,2, AT ortalamasından ise %81 daha azdır. Bunun
nedenleri araştırıldığında; yerli ırka dayalı bir hayvancılığın yapılıyor
olması, meraya dayalı bir beslemenin yaygın oluşu ve bu konuda devlet
desteğinin yetersiz kalması vurgulanması gereken ilk sorunlardır.
Anlaşılacağı gibi AB karşısında bu büyük dezavantajın ortadan kaldırılması çok güç görülmektedir. Ancak, etin işlenmesiyle elde edilen ürünlerle sektörün canlandırılması düşünülse de Ab ülkelerinde taze etin yaklaşık %10 ‘u işlenirken ülkemizde %1 ‘inin işlenmesinin gerçeği ve elde edilen bu mamul ürünlerin (sucuk, salam, sosis gibi) pahalı oluşu büyük şehirlerdeki tüketicilerin bile ilgisini sınırlamaktadır.
Kırsal kesimde ise, durum daha değişiktir. Bu kesimdeki insanlar ağırlıklı olarak kullandıkları kavurma ve sucuk gibi ürünleri kendileri yapmakta ve başta tavuk eti olmak üzere taze et tüketimini tercih etmektedirler.Son yıllarda hızlı şehirleşme yanında aile fertlerinin büyük bir kısmının çalışmaya başlaması ve "fast food" gıdalara özellikle genç neslin talep göstermesi sucuk, sosis, salam ve pastırma gibi ürünlere duyulan talebi arttırmıştır. Bu durum, ürün kalitesini uluslar arası standartlara yükseltme çabasında olan, işletmeler için ihraç imkanını birlikte getirmiştir.
3.2. Süt ve Süt Ürünlerindeki İşletmeler
Ülkemizde süt üretimi, hayvancılık gelirlerinin 1/5 ‘i iken, AB ülkelerinde bu değer, yarıya yakın kısmını oluşturmaktadır(Şimşek 1991). Beslenmede önemli bir yere sahip olan süt ve süt ürünlerinin üretimi halkımızın ihtiyacını karşılayacak durumda değildir. Toplam üretimimizin; %66 ‘sını inek, %21 ‘ini koyun, %10 ‘unu keçi ve %3 ‘ünü manda sütü oluşturmaktadır. Topluluk ülkelerinde ise, üretilen sütün, tamamına yakın kısmı inek sütünden oluşmaktadır.
Topluluk, 1986 yılından bu yana süt ve ürünleri sektöründe ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde üreticilerin gelirini güvenceye alan fiyat tespiti, sübvansiyon, destekleme alımı ve depolama sistemlerini kapsayan bir ortak piyasa düzeni kurmuştur. Türkiye’de ise, bu sistem benzerini kurmak için bazı kamu kurumlarını (Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu) devreye sokmuş (1963 yılı) ancak uygulamada birçok nedenden dolayı başarı sağlanamamıştır.
Ayrıca yoğurt gibi ülkemize özgü ürünlerin yurt dışında etkin bir pazarlamasının yapılamamış olması, bu konuda bazı ülkelerin söz konusu ürünü sahiplenip kendi öz ürünleri gibi gerek AB ülkelerine gerekse dünya piyasalarına sokmalarına neden olmuştur.
Diğer bir ifade ile Türkiye AB ülkelerine süt ve mamullerini ihraç eden değil, ithal eden (özellikle süt tozu, krema ve peynir gibi ürünler) bir ülke olarak toplulukta bir öneme sahiptir.
Bu bilgiler ışığı altında Türkiye’nin topluluğa uyumu en zor olacak sektörlerden biri olarak süt sanayi görülmektedir.
Halbuki halkımıza özgü Avrupa’nın yabancısı olduğu ürünlerin modern işletmelerde üretimi ve bunların tanıtımı sağlanabilirse en şanslı sektörlerden birisi olabilir. Bu sorun; verimi yüksek süt hayvanlarının devreye girmesi, standart ve kaliteli mamullerin üretimi ve ülkemize ait geleneksel ürünlerimizin daha etkin bir pazarlama sistemiyle tanıtılması yoluyla aşılabilecektir.
3.3. Un ve Unlu Mamullerdeki İşletmeler
Başta ekmek olmak üzere çeşitli gıda maddelerinin ana hammaddesi olan un, belli randımanlarla ve kullanım amacına uygun olarak öğütme tekniklerindeki gelişmeler sonucu elde edilebilmektedir. Ülkemizde gereğinden çok fazla un fabrikalarının bulunması, onların atıl kapasitede kalmalarına neden olmaktadır. Ancak Rusya’dan sonra kişi başına un tüketiminde 2. sırada yer almamız ve özellikle son yıllarda Arap ülkelerine yapılan ihracatın yaklaşık %100 oranında artmasının gerçeği bu sektörün canlı kalmasını sağlamaktadır.
Bisküvi sanayimizi incelediğimizde ise, optimum işletme büyüklüğünü yakaladığı görülmektedir. Gerçi gelişmiş ülkelerdeki kişi başına düşen bisküvi tüketiminin ancak %25 ‘i ülkemizde tüketilmektedir. Uygun ambalaj malzemesi kullanımı ve ürün kalitelerinin yükseltilmesiyle AB ülkelerine olan yetersiz miktardaki ihracatımızın artırılacağı düşünülmektedir.
Makarna sanayimiz de bisküvi sanayi gibi hızla gelişen bir sektör durumundadır. Yatırımlarında yabancı sermayeye rastlanmamaktadır. Büyük firmalarda kapasite kullanım oranı, %80 ‘lere ulaşırken; küçük işletmelerde bu oran, %50 ‘lere düşmektedir. Bu sektördeki yapılan ihracatın büyük bir bölümü, AB ülkeleri ile Amerika’ya yapılmaktadır.
Kısaca açıklanmaya çalışılan un ve unlu mamullerde üretimi artırmak için; ürün maliyetini olumsuz yönde etkileyen buğday fiyatlarında istikrarlı bir politika izlenmesi, makarnalık, bisküvilik ve ekmeklik buğday çeşitlerinde istenilen özellikleri artırıcı malzeme çalışmalarının yapılması, fabrikaların modernleştirilmesi, iç ve dış talebe uygun yeni ürünlerin üretilmesi ve ambalaj faktörüne gereken önemin verilmesi gerekmektedir. Bu durum, AB ülkeleri için yeni bir pazar yaratmasa da mevcut pazarımızı koruma açısından önemli görülmektedir.
3.4. Şeker ve Şekerli Mamullerdeki İşletmeler
Ülkemizde şeker sanayini KİT statüsündeki büyük işletmeler oluşturmaktadır. Türkiye’de ilk şeker fabrikasının kurulması ve üretime geçmesi Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirilmiş ve 1926 yılında biri Alpullu, diğeri Uşak’ta olmak üzere iki şeker fabrikası birden üretime geçmiştir. Daha sonra Eskişehir ve 1934 yılında da Turhal şeker fabrikalarının kurulmasıyla şeker fabrikalarımızın sayısı 4 ‘e yükselmiştir. O yıllardaki ekonomik kriz nedeniyle söz konusu fabrikalar, 1935 yılında Ziraat Bankası, Sümerbank ve İş Bankası’nın katılımıyla kurulan "Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi" tarafından tek bir kuruluş halinde birleştirilmiştir. Sonraki yıllarda diğer fabrikaların da katılımıyla bugün toplam 16 adet şeker fabrikamız bulunmaktadır. Bu fabrikalarımız ülke ekonomisine getirdikleri ve götürdükleri yakın bir geçmişte Türk kamuoyunu önemli derecede meşgul etmiştir. Bu nedenle konumuzla ilgili olarak sadece şu anki perspektif verilmekle yetinilmiştir.
Diğer taraftan çikolata sanayimiz son yıllarda bir kıpırdama içindedir. Ancak bunun yeterli seviyede olduğu söylenemez. AB ülkeleriyle mukayese ettiğimizde hâlâ küçük ölçekte olan işletmelerimizin gelişme çabası içinde oldukları görülmektedir.
Bu sektörün en önemli sorunu; hammadde fiyatlarının dövize endeksli oluşu nedeniyle yüksek olması ve ülkemizdeki çikolata tüketiminin AB ülkelerinden yaklaşık 70-100 kat daha az olması sayılabilir. Ancak, kakaolu mamuller sanayinde; fındığın kakaolu mamullerde kullanılmaya başlaması halinde AB ülkelerindeki durumumuzun önemli derecede değişeceği görüşü hakim olmaktadır.
Ayrıca helva, lokum ve cezerye gibi ülkemize özgü ürünlerin üretimlerinin de imalathanelerden kurtarılıp, büyük modern işletmeler haline dönüştürülmesi ve etkin bir pazarlama sistemlerinin uygulanması rekabet şansı az olan diğer ürünlere (çikolata gibi) göre ihracat şansını artırabilecektir.
3.5. Bitkisel Ürünlerdeki İşletmeler
Ülkemizde bitkisel yağ sanayini oluşturan ham yağ, likit rafine yağ ve margarin fabrikalarının üretim kapasiteleri tüketim taleplerinin çok üstünde bulunmaktadır. Bu durum, atıl kapasitenin artmasına neden olmaktadır. Ancak AB’ye tam üyeliğine girmemiz halinde yağ sektöründe; tarım alanlarımızın da elverişli olmasının yarattığı avantajla Türkiye açısından büyük imkanlar doğabilecektir. Ancak, ucuz olarak ithal edilen ham yağ ve ayçiçeğinin işletmelerde hammadde olarak kullanılmasının Türk çiftçisi üzerindeki olumsuz etkilerinin de göz ardı edilmesi gerekmektedir.
1. TÜRKİYE’DE GIDA SANAYİNİN YERİ VE ÖNEMİ
Tarımsal hammaddeyi uygun yöntemlerle işleyen, hazırlayan, muhafaza eden ve ambalajlayan bir sanayi dalı olarak tanımlanan gıda sanayi, Türk ekonomisinin başlıca lokomotif sektörleri arasında yer almaktadır.
Gıda Sanayimizin Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) içindeki payı 1993 ve 1994 verilerine göre sırasıyla %7,8 ve %8 olarak gerçekleşmiştir. Sektörün imalat sanayinde payı, aynı yıllar için sırasıyla %21,1 ve %22,6 olup, genel ihracattaki payı ise, %14,5 ve %13,9 olarak saptanmıştır. Bu payların 1995 yılı için tahmini rakamları ise, %22,4 ve %13,2 ‘dir.
Ana işlevi, tarımsal üretim artışının güvencesi olması gereken gıda sanayi, ülkemizde modern tesislerin yanı sıra birçok küçük kapasiteli ve dağınık bir bölgeye yerleşmiş küçük-orta ölçekli işletmeler halindedir. Yapılan anket sonuçlarına göre ülkemizde halen 21.000 dolayında gıda sanayi tesisinin var olduğu bilinmektedir. Bunların yaklaşık %50 ‘si tahıl işleme, %17 si meyve ve sebze işleme, %15 ‘i süt işleme, %5 ‘i bitkisel yağ, %5 ‘i şeker ve şekerleme, %3 ‘ü et işleme ve %5’ i ise, diğer gıda grubunu oluşturmaktadır.
Gıda sanayinin, Türk ekonomisinde ve imalat Sanayi içinde önemli bir yeri vardır. Gıda Sanayi üretimi, ihracatı ve istihdam oranları, bunu kanıtlamaktadır. Gıda sanayi sektöründeki gelişmeler , genel ekonomik gelişmelerden ayrı düşünülemez. Bu nedenle önce genel ekonomik gelişmeler;
Türk Ekonomisinin büyüme hızı 1987 yılında %7,4 olarak gerçekleşmiştir. 1989 yılı programına göre 1988 yılı büyüme hızı ise %6,5 olarak tahmin edilmektedir. Bu tahmin 1988 ‘in ikinci üç aylık döneminde imalat sanayi üretiminin artış hızının geçen yılın aynı dönemine oranla %1,6 olarak gerçekleşmesine dayanmaktadır. 1988 ‘in ilk üç ayında bu oran %16,2 idi. 1988 yılının üçüncü üç ayında üretim artış hızında ise geçen yıla oranla %5-6 arasında gerileme vardır. Buna göre denebilir ki, 1988 yılında Türk ekonomisinin büyüme hızı 1989 programında öngörülen %6,5 ‘in çok gerisinde gerçekleşecektir.Üretimde bu gerilemenin yaklaşık %80 ‘lere ulaşan enflasyon oranı ile birlikte meydana gelmesi, genel ekonomik gidişteki bozulmanın ciddiyetini artırmaktadır.
Gıda sanayi, imalat sanayinin daha çok tüketim malları üreten sanayiler grubunda yer alır. Gıda sanayi, imalat sanayi içinde önemli bir paya sahipten, nihai malların ve
girdilerinin özelliklerine bağlı olarak, katma değer oranı diğer sektörlere göre daha düşüktür. Bu durum, gelişmiş ülkelerde de geçerli olduğu cihetle Türkiye’de daha da belirgindir. Nitekim, 1982 yılı ortalaması olarak gıda sanayinin katma değer oranı %21,4 iken, A.T. ülkeleri ortalaması %24,2 ‘dir. Bu oranlar, her iki taraf içinde, ortalamaların çok altındadır. Gıda Sanayi sektörü ileri teknoloji ve bazı makine teçhizat dışında bütün girdilerini yurt içinden sağlayabilmektedir. Türk Ekonomisi bu sektörde karşılaştırmalı üstünlüğü sahiptir. Bugünkü teknoloji ve faktör fiyatları düzeyinde Türkiye’nin karşılaştırmalı üstünlüğünde öncelikle tarım ürünleri ve gıda maddelerin sanayine dahil olan bir dizi ürünün yer aldığını, araştırmalar göstermektedir. Bu sebeple, gıda sanayini geliştirmek, katma değer oranının yükseltmek ve ihracatını artırmak, Türk Ekonomisi için önemli katkılar sağlayacaktır.
İşgücü yoğun ve katma değeri yüksek bir yatırım türü olmasına rağmen, Türk gıda sanayinin olması gereken şekilde gelişememesinin nedenleri:
evcut işletmelerin önemli bir bölümünün (85), standartlar ve dış pazarlarla rekabet edebilme ve yeterince üretim yapabilme imkanından yoksun olmaları,
İşletmelerin genellikle %0 ‘ın altında bir kapasite ile çalışmaları sonucu yüksek maliyette üretim yapmaları,
Sanayinin büyük bir bölümünün (özellikle zeytinyağı, şekerleme gibi) modern ve ihracata dönük bir kapasiteye sahip olmamaları,
İşletmelerin büyük bir çoğunluğunun verimlilik, kalite sağlama ve kontrolü, ambalaj, Pazar araştırma ve sağlama gibi konularda gereken titizliği göstermemeleri,
Dondurularak muhafaza edilen ürünlerin özellikle pazarlama aşamasında önem taşıyan soğuk zincir ve depolama gibi alt yapı tesislerinin yetersizliği ve bunun sonucu olarak ekonomik ve kalite kayıplarının artması,
Hızlı taşıma yöntem ve araçlarının uygulamaya sokulamaması,
Modern teknolojinin tarıma yeterince girmemiş olması,
Gıda sanayinin ihtiyacına cevap verebilecek tutarlı bir tarım politikasının uygulanmamış olması,
Gıda teknolojisi konusunda eğitim görmüş insanların işletmelerde bulunmaması veya yetersizliği,
Ekonomik yetersizliklerden dolayı sanayi ye uygun teknolojik araştırmaların yapılamaması ve sanayi fakülte işbirliğinin istenen düzeyde kurulamamış olması.
Gıda sanayimizin yeterince gelişememesinin temel sorunlarını bu şekilde belirttikten
sonra gıda sanayiimizin problemlerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Hammadde yetersizliği: Bu durum hem hedeflenen miktarda üretim yapılmasında hem de uygun tür ve çeşidin yeterince bulunabilmesinde karşımıza çıkmaktır.
Hammadde fiyatlarının bazı ürünler (portakal, şeker gibi) için dünya fiyatlarının üzerinde olmaları: Bu durum dış Pazar ve rekabet gücünü azaltmasına neden olmaktadır. Teknoloji seçimi ve işletme büyüklüğü problemi: Türkiye’de gıda işletmelerinin sayı bakımından çoğu DİE sayımlarına konu olmayan küçük ve orta ölçekli işletmeler olup, bunların üretim teknolojileri oldukça geridir.
Sermaye yetersizliği ve finansman: Bu durum özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin sınırla bir öz kaynağa sahip olmaları sonucu ortaya çıktığı gibi, işletmenin büyütülmesi, çeşidin artırılması ve daha gelişmiş teknolojilerden yararlanma durumunda ortaya çıkmaktadır.
Kalite kontrol problemleri: Küçük ve orta ölçekli işletmelerin hemen hemen tamamında bu sorun var olduğu gibi bazı büyük işletmelerde de görülebilmektedir.
Çeşit yetersizliği: İşletmelerimizin bir çoğu, çeşit arttırmama durumundan dolayı belli dönemlerde uzun bir süre atıl durumda kalmaktadır.
Yasa ve Tüzüklerin getirdiği sorunlar: Bu durum işletmelerin karşılaştıkları en önemli sorunlardan birisidir. Bu konuda işletmeler devlet adına kimin yetkili olduğunu henüz anlamış değillerdir. Bilindiği gibi il sınırları içinde Belediyeler, sağlık bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ve Standartlar Enstitüsü mevzuatlarla ilgili denetim ve numune alma yetkilerine sahiptirler.
Pazarlama problemleri: Pazarlama sorununu yurt içi ve yurt dışı pazar özelliklerini dikkate alarak incelemek gerekmektedir.
2. GIDA SANAYİİNDE KAPASİTE VE ÜRETİM GELİŞMELERİ
2.1. Gıda Sanayinde Kapasite Gelişmeleri :
Gıda sanayinde kapasite kavramı ayrı bir önem ve özel tanım taşımaktadır. Çünkü, imalat sektörünün bu iş kolunda işlenen ürün ve miktarı ile alet-ekipman donanımı ve kullanımı doğrudan ilişkilidir. Bu tanımlama ile tesisin kapasitesi, kuruluş yerine ve hammadde üretim dönemlerine bağlı olarak, gıdayı sağlama olanakları ile kampanya dönemlerine bağlı üretim koşulları dikkate alınarak belirlenir.
Mevcut gıda işletmelerinin kurulu kapasiteleri incelendiğinde birçoğunun yurtiçi tüketimi karşılayacak düzeyde oldukları görülmesine rağmen, kapasite kullanım oranları, işletmeden işletmeye değişmekle birlikte %6-83 arasında değişmektedir. Kapasite kullanım oranının düşüklüğünün birçok nedeni bulunmaktadır. Örneğin et işleme sanayinde, kontrol dışı kesimden; içme sütünde, kontrol dışı pazarlamadan (sokak sütçülüğü); bitkisel yağ sanayinde, hammadde seçimindeki hatadan; bisküvi sanayinde, iç tüketim yetersizliğinden; donmuş gıdada ise, hammadde ve iç tüketim yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.
Kapasite kullanım oranının düşüklüğünün yarattığı olumsuzluklara ilaveten mevcut işletmelerden; ancak %1’inin AR+GE ünitesi mevcut olup, kalite kontrol anlayışı açısından batılı işletmelerle aynı düzeyde ve her türlü rekabet etme gücünde olduğu bilinmektedir.
Yaklaşık %3 ‘ü ise, modern teknoloji uygulayan ancak batı normlarına göre küçük fakat ülkemizde büyük sayılan tesislerdir. Modern teknolojiyi uygulamaya çalışan ve batı normlarına göre çok küçük ölçekli kabul edilen işletmeler ise, %10 ‘luk bir pay almaktadır.
Diğer geri kalan ve gıda sanayinde önemli bir sayısal ağırlığa sahip olan işletmeler ise; imalathane, mandıra veya aile işletmelerinden oluşmaktadır.
1988 yılı içinde kapasite kullanım oranlarına bakıldığında da üretimdeki gelişmelere paralel bir durum söz konusudur. 1988 ‘in ilk üç ayında imalat sanayi üretimi önemli ölçüde artarken, kapasite kullanım oranı da %71,3 ile en yüksek seviyeye erişmişti. İkinci üç aylık dönemde üretim gerilerken, kapasite kullanım oranı da %67,9 ‘a düşmüştür. Düşme üçüncü üç ayda da devam etmiş ve %56,4 olmuştur.
Gıda sanayinin kapasite kullanım oranı ise 1988 ‘in ilk çeyreğinde sırasıyla %65,6, %62,3 ve %62,2 olmuştur. Görüldüğü gibi,tartısız kapasite kullanım oranı imalat sanayi ortalamasının altındadır. Ancak üçüncü üç ayda başka yerde sınıflandırılmayan gıda maddeleri sanayinin kapasite kullanım oranı %84,2 ile en yüksek kapasite kullanan sektör olmuştur.
Tartılı kapasite kullanım oranlarında da benzer gelişmeler görülmektedir. Toplam imalat sanayi için 1988 ‘in ilk üç ayında tartılı kapasite kullanımının en yüksek noktasına ulaşılırken, daha sonra bu oranlar gerilemiştir. Sırasıyla %77,5, %74,4 ve %72,0 ‘dır. 1988 ‘in üçüncü üç aylık dönemi için gıda sanayinin tartılı kapasite kullanım oranı %3,1 ‘dir. Başka yerde sınıflandırılmamış gıda sanayinin ise %86,3 ‘tür. Tartılı kapasite kullanım oranları, tartısıza göre daha fazladır. Bu sonuç büyük sanayii işletmesinin kapasite kullanım oranlarında daha hızlı bir gerileme olduğunu
ifade eder. Yani krizden, büyük firmalar daha çok etkilenmekte ve küçülme yönüne gitmektedirler.
2.2. Gıda Sanayiinde Üretim Gelişmeleri
Gıda Sanayi üretiminin artış hızı hedefleri 1986, 1987, 1988 ve 1989 yıları için sırasıyla %6,6, 5,9, 5,4 ve 3,9 ‘dur. Üretim artış hızı hedeflerinde bir azalma seyri dikkati çekmektedir. Artış hızı gerçekleşmelerinde de yine bir azalma seyri dikkati çekmektedir. Artış hızı gerçekleşmeleri 1986 ve 1987 ‘de %6,6 ve 5,7 olmuştur. 1988 yılı için yapılana gerçekleşme tahmini ise %6,7 ‘dir. Yani hedef aşılmaktadır. Buna göre, üretim artış hızı hedeflerindeki azalmaya rağmen, gerçekleşmeler hedeflere uygun veya üzerinde olmaktadır.
1988 yılına ait imalat sanayi anketlerine göre, imalat sanayi üretiminde gerileme görülmektedir. Nitekim daha önce de belirtildiği gibi, 1988 yılının üçüncü üç aylık verilerine göre sektör üretimi %5,6 oranında gerilemiştir. Bu durum, 1980′den sonra ilk kez ortaya çıkmaktadır. Takip eden dönemde de gerileme eğiliminin devam edeceği tahmin edilmektedir. Ancak, imalat sanayi üretiminin gerileme eğilimine girdiği 1988 yılında Gıda Sanayindeki üretim artış hızı gerçekleşmelerine baktığımızda 1. 2. ve 3. üç aylık dönemler için sırasıyla, %14,2, %1,4 ve %11,1 ‘dir. Özellikle üretimin gerilediği üçüncü üç aylık dönemde gıda sanayindeki üretim performansı dikkat çekicidir. Bu dönemde gıda sanayi alt sektörü, imalat sanayinde üretimini arttıran üç sektörden biri ve artış hızı en yüksek olanıdır. Dokuz aylık ortalama büyüme ise %9,4 olmuştur. Aynı büyüme eğiliminin yılın son çeyreğinde devam etmesi mümkün görülmemektedir. Zira üçüncü üç aylık yüksek büyüme hızında, mevsimlik gelişmelerin etkili olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan 1988′in üçüncü üç ayında imalat sanayi içinde gıda sanayinin payı %10,64 olmuştur.
Gıda Sanayi ihracatını, üretiminden bağımsız düşünemeyiz. Gıda sanayi üretiminin artış hızı, IV.Plân Döneminde(1978-1983) %5,6 ‘dır. Artış hızı 1984, 1985 ve1986 için %1,5, %6,6 ve %6,6 olmuştur.1987 hedefi ise %5,9 ‘dur.
Buna göre Türkiye’de Gıda Sanayi üretiminin, nüfus artış hızının iki katından fazla bir hızla arttığını söyleyebiliriz. Bu durum, ihracat için gerekli üretim fazlasının sağlanması bakımından büyük önem arz eder. Ancak, gıda sanayi ürünleri talebinin, gelir elastikliği ve kişi başına reel gelir artış hızına bağlı olarak oluşan toplam talebinin daha yüksek bir hızla arttığı unutulmamalıdır.
Gıda Sanayi sektörü, genellikle girdisi yurt içinden sağlanabilen malları üretmektedir. Milli gıda sanayimiz günümüzde, küçük ve orta boy sanayi işletmelerinin hakim olduğu bir yapıdan, kitle üretimi yapan entegre sanayilere doğru bir geçiş halindedir. Bu geçişin sebebi geniş iç Pazar imkânlar, yanında, artık dış Pazar taleplerinin de dikkate alınmaya başlanmasından ileri gelmektedir.
3. GIDA SEKTÖRÜNDEKİ İŞLETMELER
İmalat Sanayi içinde tarıma dayalı sanayinin bir alt grubu olarak yer alan Gıda Sanayi, standart uluslararası ticaret gruplandırmasına göre;
1. Et ve Et Ürünleri Sanayi,
2. Süt ve Süt Ürünleri İşleme Sanayi,
3. Un ve Unlu Mamuller Sanayi,
4. Şeker ve Şekerli Mamuller Sanayi,
5. Bitkisel Ürünleri Sanayi,
gibi bölümlere ayrılabilir.
3.1. Et ve Et Ürünlerindeki İşletmeler
Türkiye’de hayvancılıkla uğraşan işletme sayısının ancak %05 ‘i büyük işletme, geri kalan kısmı (%99,5) ise, küçük işletme niteliğindedir. Bugün ülkemizdeki sığırların yaklaşık %65 ‘i, koyunların ise, büyük bir bölümü verimi düşük yerli ırktan oluşmaktadır.
Bu durum hem çiftçilerin gelirini olumsuz yönde etkilemekte hem de et üretiminin istenilen düzeye ulaşmasını engellemektedir. Örneğin topluluk ülkelerinde sığır karkas ağırlığı ortalama
Anlaşılacağı gibi AB karşısında bu büyük dezavantajın ortadan kaldırılması çok güç görülmektedir. Ancak, etin işlenmesiyle elde edilen ürünlerle sektörün canlandırılması düşünülse de Ab ülkelerinde taze etin yaklaşık %10 ‘u işlenirken ülkemizde %1 ‘inin işlenmesinin gerçeği ve elde edilen bu mamul ürünlerin (sucuk, salam, sosis gibi) pahalı oluşu büyük şehirlerdeki tüketicilerin bile ilgisini sınırlamaktadır.
Kırsal kesimde ise, durum daha değişiktir. Bu kesimdeki insanlar ağırlıklı olarak kullandıkları kavurma ve sucuk gibi ürünleri kendileri yapmakta ve başta tavuk eti olmak üzere taze et tüketimini tercih etmektedirler.Son yıllarda hızlı şehirleşme yanında aile fertlerinin büyük bir kısmının çalışmaya başlaması ve "fast food" gıdalara özellikle genç neslin talep göstermesi sucuk, sosis, salam ve pastırma gibi ürünlere duyulan talebi arttırmıştır. Bu durum, ürün kalitesini uluslar arası standartlara yükseltme çabasında olan, işletmeler için ihraç imkanını birlikte getirmiştir.
3.2. Süt ve Süt Ürünlerindeki İşletmeler
Ülkemizde süt üretimi, hayvancılık gelirlerinin 1/5 ‘i iken, AB ülkelerinde bu değer, yarıya yakın kısmını oluşturmaktadır(Şimşek 1991). Beslenmede önemli bir yere sahip olan süt ve süt ürünlerinin üretimi halkımızın ihtiyacını karşılayacak durumda değildir. Toplam üretimimizin; %66 ‘sını inek, %21 ‘ini koyun, %10 ‘unu keçi ve %3 ‘ünü manda sütü oluşturmaktadır. Topluluk ülkelerinde ise, üretilen sütün, tamamına yakın kısmı inek sütünden oluşmaktadır.
Topluluk, 1986 yılından bu yana süt ve ürünleri sektöründe ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde üreticilerin gelirini güvenceye alan fiyat tespiti, sübvansiyon, destekleme alımı ve depolama sistemlerini kapsayan bir ortak piyasa düzeni kurmuştur. Türkiye’de ise, bu sistem benzerini kurmak için bazı kamu kurumlarını (Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu) devreye sokmuş (1963 yılı) ancak uygulamada birçok nedenden dolayı başarı sağlanamamıştır.
Ayrıca yoğurt gibi ülkemize özgü ürünlerin yurt dışında etkin bir pazarlamasının yapılamamış olması, bu konuda bazı ülkelerin söz konusu ürünü sahiplenip kendi öz ürünleri gibi gerek AB ülkelerine gerekse dünya piyasalarına sokmalarına neden olmuştur.
Diğer bir ifade ile Türkiye AB ülkelerine süt ve mamullerini ihraç eden değil, ithal eden (özellikle süt tozu, krema ve peynir gibi ürünler) bir ülke olarak toplulukta bir öneme sahiptir.
Bu bilgiler ışığı altında Türkiye’nin topluluğa uyumu en zor olacak sektörlerden biri olarak süt sanayi görülmektedir.
Halbuki halkımıza özgü Avrupa’nın yabancısı olduğu ürünlerin modern işletmelerde üretimi ve bunların tanıtımı sağlanabilirse en şanslı sektörlerden birisi olabilir. Bu sorun; verimi yüksek süt hayvanlarının devreye girmesi, standart ve kaliteli mamullerin üretimi ve ülkemize ait geleneksel ürünlerimizin daha etkin bir pazarlama sistemiyle tanıtılması yoluyla aşılabilecektir.
3.3. Un ve Unlu Mamullerdeki İşletmeler
Başta ekmek olmak üzere çeşitli gıda maddelerinin ana hammaddesi olan un, belli randımanlarla ve kullanım amacına uygun olarak öğütme tekniklerindeki gelişmeler sonucu elde edilebilmektedir. Ülkemizde gereğinden çok fazla un fabrikalarının bulunması, onların atıl kapasitede kalmalarına neden olmaktadır. Ancak Rusya’dan sonra kişi başına un tüketiminde 2. sırada yer almamız ve özellikle son yıllarda Arap ülkelerine yapılan ihracatın yaklaşık %100 oranında artmasının gerçeği bu sektörün canlı kalmasını sağlamaktadır.
Bisküvi sanayimizi incelediğimizde ise, optimum işletme büyüklüğünü yakaladığı görülmektedir. Gerçi gelişmiş ülkelerdeki kişi başına düşen bisküvi tüketiminin ancak %25 ‘i ülkemizde tüketilmektedir. Uygun ambalaj malzemesi kullanımı ve ürün kalitelerinin yükseltilmesiyle AB ülkelerine olan yetersiz miktardaki ihracatımızın artırılacağı düşünülmektedir.
Makarna sanayimiz de bisküvi sanayi gibi hızla gelişen bir sektör durumundadır. Yatırımlarında yabancı sermayeye rastlanmamaktadır. Büyük firmalarda kapasite kullanım oranı, %80 ‘lere ulaşırken; küçük işletmelerde bu oran, %50 ‘lere düşmektedir. Bu sektördeki yapılan ihracatın büyük bir bölümü, AB ülkeleri ile Amerika’ya yapılmaktadır.
Kısaca açıklanmaya çalışılan un ve unlu mamullerde üretimi artırmak için; ürün maliyetini olumsuz yönde etkileyen buğday fiyatlarında istikrarlı bir politika izlenmesi, makarnalık, bisküvilik ve ekmeklik buğday çeşitlerinde istenilen özellikleri artırıcı malzeme çalışmalarının yapılması, fabrikaların modernleştirilmesi, iç ve dış talebe uygun yeni ürünlerin üretilmesi ve ambalaj faktörüne gereken önemin verilmesi gerekmektedir. Bu durum, AB ülkeleri için yeni bir pazar yaratmasa da mevcut pazarımızı koruma açısından önemli görülmektedir.
3.4. Şeker ve Şekerli Mamullerdeki İşletmeler
Ülkemizde şeker sanayini KİT statüsündeki büyük işletmeler oluşturmaktadır. Türkiye’de ilk şeker fabrikasının kurulması ve üretime geçmesi Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirilmiş ve 1926 yılında biri Alpullu, diğeri Uşak’ta olmak üzere iki şeker fabrikası birden üretime geçmiştir. Daha sonra Eskişehir ve 1934 yılında da Turhal şeker fabrikalarının kurulmasıyla şeker fabrikalarımızın sayısı 4 ‘e yükselmiştir. O yıllardaki ekonomik kriz nedeniyle söz konusu fabrikalar, 1935 yılında Ziraat Bankası, Sümerbank ve İş Bankası’nın katılımıyla kurulan "Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi" tarafından tek bir kuruluş halinde birleştirilmiştir. Sonraki yıllarda diğer fabrikaların da katılımıyla bugün toplam 16 adet şeker fabrikamız bulunmaktadır. Bu fabrikalarımız ülke ekonomisine getirdikleri ve götürdükleri yakın bir geçmişte Türk kamuoyunu önemli derecede meşgul etmiştir. Bu nedenle konumuzla ilgili olarak sadece şu anki perspektif verilmekle yetinilmiştir.
Diğer taraftan çikolata sanayimiz son yıllarda bir kıpırdama içindedir. Ancak bunun yeterli seviyede olduğu söylenemez. AB ülkeleriyle mukayese ettiğimizde hâlâ küçük ölçekte olan işletmelerimizin gelişme çabası içinde oldukları görülmektedir.
Bu sektörün en önemli sorunu; hammadde fiyatlarının dövize endeksli oluşu nedeniyle yüksek olması ve ülkemizdeki çikolata tüketiminin AB ülkelerinden yaklaşık 70-100 kat daha az olması sayılabilir. Ancak, kakaolu mamuller sanayinde; fındığın kakaolu mamullerde kullanılmaya başlaması halinde AB ülkelerindeki durumumuzun önemli derecede değişeceği görüşü hakim olmaktadır.
Ayrıca helva, lokum ve cezerye gibi ülkemize özgü ürünlerin üretimlerinin de imalathanelerden kurtarılıp, büyük modern işletmeler haline dönüştürülmesi ve etkin bir pazarlama sistemlerinin uygulanması rekabet şansı az olan diğer ürünlere (çikolata gibi) göre ihracat şansını artırabilecektir.
3.5. Bitkisel Ürünlerdeki İşletmeler
Ülkemizde bitkisel yağ sanayini oluşturan ham yağ, likit rafine yağ ve margarin fabrikalarının üretim kapasiteleri tüketim taleplerinin çok üstünde bulunmaktadır. Bu durum, atıl kapasitenin artmasına neden olmaktadır. Ancak AB’ye tam üyeliğine girmemiz halinde yağ sektöründe; tarım alanlarımızın da elverişli olmasının yarattığı avantajla Türkiye açısından büyük imkanlar doğabilecektir. Ancak, ucuz olarak ithal edilen ham yağ ve ayçiçeğinin işletmelerde hammadde olarak kullanılmasının Türk çiftçisi üzerindeki olumsuz etkilerinin de göz ardı edilmesi gerekmektedir.
ULUSLARARASI
GIDA MEVZUATI
Dünya Ticaret Örgütü
Marrakesh
Anlaşması ve WTO Kuruluşu (Uruguay Müzakereleri), 1994
Sağlık
ve Bitki Sağlığı Kriterler Anlaşması (SPS)
Ticarete
Teknik Engeller Anlaşması (TBT)
Uluslararası
ticaretin serbestleştirilmesi ve düzenli işleyişini sağlama.
ULUSLARARASI
TİCARETTE GIDA MEVZUATININ GÜCÜ
¡
Çok-uluslu
şirketlerin kendi ülkelerinde yatırım yapmasına zorlamak (Örnek:Kakao)
¡
Yerel bir ürünle
rekabet edecek ithal ürüne yüksek vergi koyabilir.
¡
Yerel bir katkı
içermeyen (emek, hammadde…) tamamen dışarıda yapılmış bir ürünün ithalini
engelleyebilir.
¡
Destekler ve
vergi indirimleri ile yerel gıda üreticisini, çiftçisini koruyabilir.
DİĞER
TAKTİKLER
¡
Ulusal bir
standarda uyumsuzluk iddiası -
Geleneksel bir ürün
¡
Farklı
terminoloji kullanımı – Bir ülkedeki ürün isminin diğerinde farklı olması
(Dutch Chocolate, Cheddar Cheese, Champagne…)
¡
Tarımsal
bulaşanların varlığı K.Amerikan dana etine AB yasağı-hormon varlığı
¡
Yasaklı işlem
yardımcılarının bulunması – Emülsiye ediciler, antioksidanlar, jelleşme
ajanları genelde ülkelere göre farklılık gösterebilmekte.
¡
Hammaddeler için
mikrobiyolojik ölçütlerde daha düşük limitler
¡
Haksız rekabet
davaları – İşçi hakları, düşük işçi maliyeti, devlet desteği…
ÖRNEK
TİCARİ SAVAŞLAR
¡
Muz ticareti :
ABD ve AB (1999)
¡
AB’nin muz
alımını Güney Amerika ülkelerinden yapmak istememesi, bunun yerine kendi eski
sömürgelerinden alma tercihi
¡
Çikolata (1998)
¡
Kakao üretici
ülkeler ve çikolata üretici ülkeler arasındaki çekişme – Kakao üreticilerinin
%100 kakao yağından yapılan ürünü çikolata olarak tanımlama talebi
¡
Sığır eti
¡
AB-ABD; hormon
kullanımı
¡
Fransa-İngiltere:
BSE
ULUSLARARASI
MEVZUAT UYUMSUZLUĞU
¡
GM gıdaların
kontrolü, güvenilirlik değerlendirilmesi ve etiketlenmesi konuları benzerlik
göstermektedir.
¡
Firmaların
uluslar arası ticarette yer alması için ürünlerine birçok ülkede onay almaları
gereklidir.
¡
Gıda güvenliği
tespiti prosedürleri “Eşdeğerlik”
prensibine dayanmaktadır.
¡
GDO gıda ile
geleneksel karşılığı olan ürünün karşılaştırılması işlemidir.
¡
Farklılıklar
tespit edildiğinde, güvenlik tespiti bu farklılıklara dayanarak yapılır.
TEMEL
FARKLILIKLAR
¡
Tolerans
düzeyleri ve gıdaların kapsamı
¡
Etiketleme için
kullanılan terminolojinin net olmaması
¡
Etiketleme
politikalarının çeşitli kurumlarca belirlenmesi
¡
Düzenlemelerin
içerdiği gıdaların çeşitliliği
¡
İsteğe bağlı etiketleme
stratejisi: Kanada, ABD, Arjantin, Hong Kong, Filipinler….
¡
Zorunlu
etiketleme stratejisi: AB ve 22 ülke, Türkiye, İngiltere, Japonya, Çin, Güney
Kore, Avustralya, Yeni Zelanda, Brezilya, Tayland, Meksika, Suudi Arabistan….
¡
Herhangi bir
etiketleme düzenlemesi olmayanlar: Etiyopya, Singapur…
YENİ
BESLENME EĞİLİMLERİ
v
Diyet ve sağlık arasındaki ilişkinin daha net
anlaşılması
v
Obezite
v
Diyabet
v
Kalp ve Damar
hastalıkları
v
Kanser
v
Gıda sanayinin hedefleri;
v
Sodyumun
azaltılması
v
Şekerin
azaltılması
v
Doymamış yağ
içeriğinin doymuş yağlarla yer değiştirmesi
v
Yağın
azaltılması
v
Bilimsel gelişmeler yakından izlenmeli (Sentetik
boyalar)
v
Ar-Ge
ihtiyaçları çok yüksek – bilimsel gerekçelendirme
GIDA
VE TARIMDA SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
v
Dünyanın
gelecekte mücadele etmesi gereken konular ;
v
İklim
değişikliği,
v
Çevresel dönüşüm
v
Nüfus artışı
v Herkes
sürdürülebilir bir gıda sistemi yaratma çabasının bir parçası olmalıdır:
v
Devletler,
v İş dünyası
v Tüketiciler
DÜNYA
GIDA SEKTÖRÜ NE DURUMDA
Sorumlu davranışlar gösteren firmalar
v
Ürünlerin yeniden
formülasyonu
v
Ambalaj
tasarımlarında minimal yaklaşım
v
Tedarikçi
ilişkileri, standartlar oluşturma,
tüketiciyi bilgilendirme , kaynakların etkin kullanımı (Su kaynakları)
ADİL,SAĞLIKLI
VE ÇEVRESEL OLARAK SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR GIDA SİSTEMİNE ULAŞMADA BARİYERLER
¡
Yetersiz talep
§
Fiyatı daha
yüksek ödeyecek tüketici var mı?
§
Sorumluluğu
alabilir mi?
§
İş dünyası ve
devletler sürdürülebilir gıda tüketimini benimsemesini tüketicilerden bekliyor
.
¡
Ticari operasyonel zorluklar
§
Kısa dönemli
baskılar ile performans değerlendirmeleri / yatırımın uzun dönemli olarak
dönüşüne bakış eksikliği
§
Liderlik ve
inovasyon!
¡
Devlet politikalarında teşvik ve liderlik eksikliği
PAZARIN
ÇALIŞMA ŞEKLİ
¡
Pazarın çalışma şekli değişebilir mi? Ucuz gıda yerine
sosyal ve çevresel üretim maliyetini tam olarak yansıtmalı mı?
¡
Fiyat artışlarına karşılık her bireyin sağlıklı ve ödeyebileceği bir diyete erişmesi için
önlemler alınmalı
¡
Yeni iş modelleri Geliştirilmeli
§
Kısa dönemli
kara odaklanmaları için baskı yapma
§
Yatırımcıların
uzun dönem çevresel konuları daha çok hesaba katması sağlanmalı
¡
Devletlerin sürdürülebilir gıda kaynağını teşvik
etmesi
§
Yönlendirici rol
alması : gelişme gösterecek iş ve topluma izin verme
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
¡
Sıcaklıktaki
artış ve yağış miktarındaki değişim, mahsul verimi üzerine etkili
¡
Pirinç, buğday,
mısır, soya, patates - %10-50 azalma tahminleri
¡
2030’a kadar
Afrika ve Kuzey Amerika kıtalarında 2oC sıcaklık artış tahmini; yağış
miktarında %10 artma ve %10 azalma
¡ Örneğin Kanada ve Rusya gibi ülkelerdeki bazı
mahsullerde büyüme mevsiminde daha
yüksek sıcaklıklar ile büyümede hızlanma ve verim düşüklüğü
¡
Ozon
tabakasındaki azalma ve verime etkisi
¡
Ozon
tabakasındaki %1 azalma, yeryüzüne gelen UV radyasyonunda %2’lik artışa
karşılık gelir.
¡
300 tür bitkinin
2/3’ü UV radyasyonuna duyarlı.
¡
Ozon tabakasında
%25’lik azalma, soya verimini %20 azaltabilir.
¡
Bu türler bitki
hastalıklarına da duyarlı hale gelmektedir.
¡
Bu da aynı
zamanda verim kaybı anlamındadır.
¡
Gıda mahsulleri
iklim değişimine duyarlı olduğu için toprak sıcaklığı ve nem düzeyi ve aynı
zamanda yararlı organizma ve hayvanlarında canlılığını belirleyecektir.
¡
Sıcaklık artışı
ile birlikte pest miktarında artış tahmini.
¡
Pest kontrol
sistemlerinin etkinleştirilmesi gereğinin artması
¡
Toksijenik küf
ve mikotoksin bulaşması tehlikesinin büyümesi?
¡
¡
Periyodik olarak
aşırı yağış ve kuraklık suyun varlığını ve mikrobiyolojik kalitesini
etkileyebilir.
§
Eğer deniz su
seviyesi tahmin edildiği gibi artarsa, tarımda kullanılacak su olumsuz
etkilenir.
§
Kontaminasyon
ile küresel taze su kaynaklarının azalması önemli bir tehdittir.
§
Yetersiz hijyen
koşulları sonucunda güvenli gıdaya erişmede güçlük söz konusu olacaktır.
§
Küresel sıcaklık
yükselmesi su kaynaklarında buharlaşmaya yol açarak azalmasına yol açacaktır.
GIDA
FİYATLARI
¡
İklim etkileri
(Kuraklık, Sel…)
¡
Yem fiyatları
¡
Gübre fiyatları
¡
Taşımacılık
maliyeti (Enerji maliyeti)
¡
Biyo-yakıt
olarak mahsullerin kullanımı
¡
Çok sayıda
gelişmekte olan ülkede uzun dönemli büyümenin kaynağa bağlı yapısı nedeniyle
petrol ve gübre fiyatlarının artmasına yol açması
¡
Özellikle buğday
ve pirince son 20 yıldır yatırım yapılmaması nedeniyle verim artışlarının da az
oluşu
¡
Ürün borsalarına
talebin artışı ve spekülasyonlara açık oluşu
¡
İhracatı önleyen
ve devlet eli ile alımları teşvik eden ticari politikaların, üreticilerin
kaynaklarını saklamasına, ticaret yapanların stoklarını artırmasına ve
tüketicilerin de panik satın almalar yapmasına teşvik etmesi
NÜFUS
ARTIŞI
·
Son 20 yılda
Dünya nüfusu ortalama %1.8 oranında hızla artmaktadır.
·
1970 yılında 3.6 milyardan
2010’da 7 milyar nüfusa
·
Ortalama nüfus
artış hızı 1980-2000 yılları arasındaki %1.7 orandan 2040-2060 yıllarında %0.5
oranına düşmesi tahminlenmektedir.
·
2060’da 10.6
milyar nüfus
·
2060’da bu
nüfusun %86’sının gelişmekte olan ülkelerde
·
İthalata
bağımlılığın artışı
·
Gıda güvencesi
problemlerinin artışı
SONUÇ
OLARAK
¡
Gıda
güvenliği alanındaki tüm gelişmeler
yakından izlenmeli, bilimsel kanıtlar ve gerekçeler geliştirilmeli
¡
Sağlık ve diyet
ilişkisi gıda sanayinin geliştireceği ürünler ve kullanacağı teknolojiler için
yol gösterici olmalı ve bilimsel kanıtlar geliştirilmeli
¡
Küresel anlamda
gıda mevzuatında tek lisan uyumu için FAO/ WHO/OECD/WTO gibi kurumlar önderlik
etmeli ve sürdürülebilirlik üzerine kurulu olarak mevzuatı revize edilmeli
¡
Gıda üreticileri
sürdürülebilirlik temelli olarak yeni teknolojileri hızla adapte edebilmeli ve
kaynaklardan en etkin şekilde yararlanma stratejileri geliştirmeli
¡
Yeni
teknolojilerin değerlendirilmesinde sürdürülebilirlik öncelikli olarak mevzuat
geliştirilmeli ve sanayi teşvik edilmeli
¡
İklim
değişikliğinin bölgesel farklılıklarını inceleyecek bilimsel çalışmalar
planlanmalı ve mahsullerin üzerine etkileri tahminlenerek çeşitler
geliştirilmeli
KAYNAKÇA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder